11 Temmuz 2011

Son Barikat !

3 gün önce fenerbahçe ülker'in şampiyonluğunu kutlayacaksın 3 gün sonra cemaat saldırıyor diye yaygara yapacaksın.

fenerbahçe cumhuriyeti pankartları açıcaksın sonra Turkiye Cumhuriyeti'nin son kalesi fenerbahçe diyeceksin.

adam gibi adam recep tayyip erdoğan pankartları açıcaksın sonra iktidar bizi bitirmeye çalışıyor diye ağlayacaksın.

kurtuluş savaşında cepheye gitmek yerine işgal orduları komutanı adına yapılan turnuvaya katılacaksın, başkanın dokyor nazım bey Atatürke suikast suçundan idam edilecek sonra Atatürk'ün takımıyız diye bize saldırılıyor diyeceksin.

kendi stadında ezeli rakibinin futbolcusu dövdürtüceksin, saldırıyı yapandan brifing alıcaksın sonra kimse bizi sevmiyor diyeceksin.

rıza efendi 2 ekmek 1 süt diye pankart açıcaksın sonra başkanın fişlenme fotoları medyaya düşünce insanlık onurundan bahsedeceksin.

İT aat et diye bütün maratonu kaplayan siyah-beyaz kareografi yapıcaksın sonra saygı isteyeceksin.

biz hepiniz siz tek, biz bize yeteriz sloganları atıcaksın sonra neden kimse yanımızda değil diyeceksin.

güce taparsan birgün o taptığın güç seni ezer bunu unutmayacaksın.

rüzgar ekersen fırtına biçersin bunu unutmayacaksın.

kale falan kalmamıştır bu ülkede barikatlar kalmıştır Son Barikat Beşiktaş Tribünüdür !!!

10 Temmuz 2011

Suçlu ben değil Kore dizileri

Uzun zamandır Beril ablacığımla kore dizilerine sarmış bulunmaktayız.Adamlar gerçekten iyi dizi yapıyorlar.Heartstring diye bir dizi daha yeni başladı şimdiden müptelası oldum henüz 4 bölüm oynamasına rağmen ikişer defa izledim,bilgisayar başından saniye kıpırdamıyorum yakın zamanda ablam bana bir komplo düzenliyecek diyede korkmuyo değilim hani.Ve bu dizilerle birlikte beni büyük bir kore aşkı sardı sanırım koreye bile taşınabilirim bu gazla,itiraf etmeliyim türkiyeden birkaç milyon kat daha güzel bir yer :P . İnsanlarıda dost canlısı bir an önce gidip görmek istiyorum gidip görülmesi gereken yerlerden biri,ve benim yapılacaklar listemin ilk beş sırasından birine girdi bile... :D:D

Bon Jovi, TT Arena ve Toplu Taşıma

8 Temmuz Cuma gecesi aslında içimde büyük bir kararsızlık olmasına rağmen arkadaşlarımla beraber Bon Jovi'yi izlemek için TT Arena'nın yolunu tuttuk. Öncesinde mesai çıkışı olduğu için işyerimize yakın bir restoranda yemek ve üstüne devrilen biralar ile neşemizi bulduk. Zira konser sırasında yeni yasa gereği içki satışı yasaktı. Buradan bir cevap alamayacağımı bilmeme rağmen birkez daha sormak istiyorum; 18 yaşında evlenebilen bir insan evladı "kanunen" içki içmek için neden 24 yaşını beklemek zorundadır ? Bunun mantığını açıklayabilecek birini bulursam çok sevineceğim.

Neyse; Mecidiyeköy metrosuna binip, Sanayi Mahallesi durağında indiğimizde konsere akın eden kitle ile karşılaştık. 10 dakika kadar bekledikten sonra biraz balık istifi de olsa Metrobüs'den kalan tecrübelerimiz ile Seyrantepe'ye rahatça vardık.

Metro'nun çıkışında stadın dışında "esas" kalabalık ile karşılaştık. İnsanlar yukarıda bahsettiğim yasağın etkisi ile "işportacılardan" aldıkları kutu biralarını ve sularını içiyor, sohbetler ediyorlardı. İşportacı kelimesini bilerek tırnak içine aldım zira burada yapılan satış tamamen kayıt dışı olacağından devlete ve ekonomiye hiçbir katkısı olmayacak idi. Çıkardığı yasalarla kendi kendini baltalamak sanırım ancak bizde olurdu.


Stada giriş yapıp oturacağımız koltuklara ulaştığımızda karşılaştığımız manzara yukarıdaki fotoğrafta görülen manzara idi ve çok memnun olduk. Zira biletlerimiz en ucuz kategoriden olmasına rağmen böyle güzel bir görüş açısı beklemiyorduk. Ayrıca genel olarak Türk Telekom Arena'nın -tamamlanmamış olsa da- çok güzel bir stadyum olduğunu söyleyebilirim. En azından oturduğum kale arkası tribününde oturup da bir futbol maçı izlemek çok keyifli olacaktır diye düşünüyorum. O yüzden bir Beşiktaşlı olarak hafiften kıskanmadım değil.


Grup sahneye yarım saat kadar geç yani 21:00 gibi çıktı. Tek tek şarkı şarkı şöyle idi böyle idi demeyeceğim ama genel olarak sevdiğim tüm şarkılarını canlı dinleyebildiğim için oldukça memnundum. Benim yeni kabul ettiğim şarkılarında ise yukarıdaki fotoğraftaki gibi eşlik etmek yerine oturarak dinlemeyi tercih ettim. Jon Bon Jovi 49 yaşında olmasına rağmen bir Bruce Dickinson olmasa da performansı ile oldukça iyi idi. 


Bir de ses sistemindeki boğukluk olmasa idi çok daha sevinecektik. Bilmiyorum belki akustikten belki de gerçekten ses sisteminden idi ama çoğu konuşmasında ne dediğini anlamakta zorlandım. Keza şarkılarında da öyle. Kaldı ki; Haziran ayında K.Çiftlik Park gibi aslen konser alanı olmayan bir yerde Iron Maiden'ı dinlerken hiç böyle sorunlar yaşamamıştım.


Birkaç cümle'de Richie Sambora'ya edelim. Gecenin gizli kahramanıydı diyebilirim. Muhteşem gitar tonları ve soloları ile adeta büyüledi. Böyle büyük bir ustayı canlı canlı izlemek ve dinlemek büyük keyif. Bon Jovi'nin frontman olarak performansı da ayrıca başarılı. Yıllardır tecrübe ettiği "seyirci nasıl coşturulur" becerisini çok iyi kullandı. Milli formamızı giymesi, seyircilerin şarkılara eşlik etmesini sağlaması güzeldi. Bir de konserin sonunda kendisine atılan Galatasaray atkısını açmasaydı daha iyi olacaktı. Zira beklemediği bir şekilde yuhlandı :)


Gelelim konser sonrasına. Yukarıda övdüğüm TT Arena maalesef iş dönüş kısmına geldiğinde sınıfta kalıyor. TT Arena stadının çıkışlarında bir sorun yok. Stad kolayca boşalıyor fakat sonrasında stada özel yapılan metroya giriş çok büyük problem. Stad arazisinden çıkışta konulan turnikelerin bir şekilde mobil yapılıp yapılamayacağını çok merak etmekteyim. 

Zira ilk trafik yaratan nokta burası. Akabinde metro geçişi. Maç günlerine özel, maç çıkışlarında metroya ait gişelerden geçiş içinde bir çözüm bulunabilir. Örneğin geçiş ücreti bilet fiyatlarına dahil edilip, Galatasaray tarafından Belediye'ye topluca ödenebilir ve sadece maç çıkış saatinde gişeler stattan çıkan herkesin kolayca beklemeden geçebileceği şekilde ayarlanabilir. Heryere asılan "6 dakikada 2000 kişi taşıyoruz" ilanlarına rağmen konser çıkışı bu sayı artınca metro vagonlarının nasıl da arıza yaptığını hep beraber gördük.

İşin bir de metrobüs ayağı var. Belki organizatörlerin bilgilendirmemiş olmasından kaynaklanabilir ama eğer siz insanlara araç kullanmayın, toplu taşıma ile gelin-gidin diyorsanız ona göre de hizmet vermeniz gerekir. Normal zamanda çift çift gelen 34Z konser sonrası karşıya geçmeye çalışanlar için tek tek gelmeye ama bir yandan da Zincirlukuyu aktarma durağına gelmeyen otobüse rağmen yolcu taşımaya devam ettiler. 3. otobüse resmen savaşarak binebildik. Toplamda 2 saat 45 dakikada Seyrantepe'den Ümraniye'ye saat 01:45'de varabildim.

Maalesef yöneticilerimiz, hizmet vermeyi lütuf olarak gördüğü, halkımızda bu sözde hizmetten şikayet edenleri "burjuva" olmakla suçladığı ( ki arabam falan yok ) sürece pek fazla yol alabileceğimizi sanmıyorum. Uzun lafın kısası güzel bir gece, kötü bir hizmet anlayışı ile tatsız bitti ( en azından benim için ). Allah tüm Galatasaray taraftarlarına sabır versin.

Not : Fotoğraflar için Mustafa Eseceli ve Yeşim Arslan'a çok teşekkürler.

5 Temmuz 2011

Şike Mike Şampiyonluk....

Pazar gününe skandalla başlamak gibisi yok. Televizyonu açıyorsunuz, şike, rüşvet kelimeleri belirip belirip kayboluyor ekranda. Alttan haber, üstten haber, dizi arası flaş, reklam ardı özet...

Aç kurtlar gibi medya; avını buldu mu tek bir kıymık parçası kalmamacasına asılıyor dişleriyle. Oradan ısırıyor, buradan ısırıyor, kemik parçalarını kıtırdatıp, gürültüyle yutuyor... Doymuyor bir daha ısırıyor. Etin içindeki kanı kuruyup kalmış bir sünger misali içine çekiyor, emiyor. Yetmiyor, tükürüp, yalana yalana tekrar yiyiyor. Geviş getire getire.

Basın özgür tabi; doğruları yazar, gerçekleri gün ışığına çıkarır, karanlıkta kalmış ne varsa irdeler, kanırtır, halkı aydınlatmak için büyük riskler alır. Güvenilirdir, kaya gibi sağlamdır...

Ha şimdi soracaksınız, yukarıda yazdığıma ben inanıyor muyum? İzin verin hemen cevabı yapıştırayım. Tek virgülüne inanıyorsam ne olayım.

Elbetteki ateş olmayan yerden duman çıkmaz derler. Bugün ülkenin en önemli spor klüplerinden birinin başkanı şike iddiası yüzünden göz altına alınıyorsa, elbet bir şey vardır diye düşünüyor insan. Çıkan haberlerdeki görüntüler, konuşmalar daha neler neler, hepsi aynı şeyi düşündürüyor; Eh, yapmış bunlar birşey, besbelli ortada. Ancak hemen akla başka bir soru geliyor, Bu olay yeni mi?

Yıllardır böyle söylentiler şehir efsanesi gibi dolanıp durur etrafta, bir allahın kulu da "yok olmaz öyle şey" demez. Herkezin şike yapıldığına dair bir komplo teorisi vardır kafasının bir yerinde. Takımlar kaybettiklerinde yok hakem, yok federasyon, yok oyuncu, bir bahane, bir üçkağıt ararlar o yenilginin içinde. Vardır veya yoktur. Gözümüzle görüp şahit olmadan bilmemiz mümkün müdür? Hayır. Ama dedim ya, bizim kafamız bir başka türlü çalışır. Hatta deriz ki medya şu takıma çalışıyo, bu takımı destekliyor ve saire. Eh, iki koca sayfa tek takıma ayırıp geri kalanına sayfada tek sütun verirsen ben de ararım o üçkağıdı.

İşte bu karmaşanın arasında benim de aklıma takılan aynı soruydu. Bu yeni birşey mi? Bu güne kadar şike hiç yapılmadı mı? Birinin şampiyonluğu diğerine hediye edilmedi mi? Düşmanımın düşmanı dostumdur diyerek kucak dolusu gol yenmedi mi? Hakemler hiç hata yapmadı; bir maçta beş kırmızı kart hiç çıkmadı mı? Yeni mi arkadaşım bu sorular? Bunların hiç biri olmadı da, her şey bizim kafamızda mıydı? Bugün mü oldu bu? dünü hiç yok muydu?

Dün sayfa sayfa yücelttiğinizi bugün sayfa sayfa paralıyorsunuz. Doğrudur veya değildir, bu dünün haberidir. Ama sıkmadı dün yazmak, o yüzden her ne şekil olduysa, bu adam kimle ters düştüyse gafletle, bugün yazmaya karar verdiniz. Ha bize de okumak ve seyretmek kalıyor. Ama bir şeyi elimizden almanız zor; o da, sizin inanırlığınız ne kadarsa biz de o kadar inanıyoruz, güveniyoruz sözde sözünüze. Sonuç olarak yapılan bir şey varsa ortada, geçmişten veya şimdiden, ancak istendiğinde çıkar ortaya. Bu nedenle artık ortaya çıkmış olmasının da artık bir değer taşımadığı aşikardır.

Bir suçun cezasını ancak o suçu işleyen kişinin vicdanı verir. Ha o da yoksa zaten, söylenecek fazla bir şey yoktur. Elbette kanunlar var, suç varsa ceza var. Ama demem odur ki, suçu sabitlenene kadar kişi masumdur. Ne yazarsan yaz, ne çizersen çiz, ne kadar yıpratmaya çalışırsan çalış, bu böyledir. Suçu sabitlendiğinde ise, ne yazık ki bu sefer bu suçun cezasını tek kişi değil, koca bir takım çekecek. Belki gerçekten de bileklerinin hakkıyla aldıkları her zaferin üstüne kocaman siyah bir örtü düşecek. Sahada yüreğin ve inanmışlığın gücüyle dökülen terler buhar olup uçacak.

Bir Beşiktaş taraftarı olarak, bir sporsever olarak, beni en çok üzen hak ile dökülen terlerin heba olmasıdır, her kim olursa olsun, üstünde hangi renkleri taşırsa taşısın.

Yani kısaca, sen ne yazarsan yaz, ne manşet atarsan at, ben yüreğimde mahkum etmedim hedef gösterdiğini.

2 Temmuz 2011

Pentagram'dan yeni single : Wasteland

Henüz hakkında 47 saniyelik kısacık bir video dışında bir bilgi olmayan ama hayranı olduğum ve severek dinlediğim Pentagram grubunun yeni bir single ile müzikseverlerin karşısına çıkacağını öğrenmiş bulunuyorum.

Wasteland, uzun bir aradan sonra grubun çıkardığı yeni bir şarkı olmasının yanı sıra, Murat İlkan'ın ayrılığı sonrası yeni vokalin kim olacağı sorularının cevabını da içeriyor. The Climb grubunun vokali Gökalp Ergen artık Pentagram için söyleyecek. Merakla bekliyoruz !

Wasteland Tanıtım Teaser : http://vimeo.com/25838399

Radyo dinlemek

Hatırlıyorum, özellikle ortaokul ve lise yıllarımda çokca radyo dinliyordum. Özellikle okul dönüşüne saati denk gelen birkaç programı kaçırmamak için elimden geleni yapıyor ve büyük bir hevesle dinliyordum. Bugünün aksine daha çok radyo programcısının sohbetleri, şakaları daha çok hoşuma gidiyordu. Şimdi ise az laf, çok müzik tercihim oldu.

Bilemiyorum neden böyle bir değişim yaşadım fakat bana nedense radyo müzik dinlememiz için en iyi araçlardan biri gibi geliyor. Hafif parazitli yayını sanki nağmeleri kulağıma daha güzelmiş gibi geliyor. İstek parçanın çalınmasının verdiği garip ve anlamsız heyecan ya da sıradaki parçanın ne olacağını tahmin etmeye çalışmak gibi eğlenceleri başka bir müzik kaynağı sunamıyor.

Özellikle birşeyler okurken sesi kısılmış ama kulak kabartıldığında duyulabilen bir radyo yayını benim çok hoşuma gidiyor. Bir kitabı okurken hayal ettiğiniz dünya için adet fon müziği görevi görüyor. Bir de şimdi pek kalmasa da radyo programcılarının kendi üzerlerinden yarattıkları gizemi seviyordum. Serdar Ortaç radyo programı yaptığı zamanlar kendisini "kadın" sandığımızı çok net hatırlıyorum.

Çocuktuk işte, hayattan şimdikinden daha fazla keyif alıyorduk. Bence ister çok güzel geçsin, ister acılarla bir insan en çok çocukluğunu özler. Çocukluğumun bir parçası olduğu için de radyo yayınlarını bu kadar seviyorum belki de. Yazımı bitiriyor ve bir radyo tavsiyesinde bulunuyorum. Rock.FM. Müziği sert istiyorsanız dinlemenizi tavsiye ederim.