28 Haziran 2011

Geç Olsun , Geçmiş Olsun

Benim gibi bir açgözlüyü doyurmak için takip ettiğim otuza yakın yabancı dizi yeterli gelmez, muhakkak ki bir iki yerli dizi de ekten izleyip üzerine konuşmak, tartışmak hatta hatta şaka yollu cancağzıma takılmak isterim.

Bu sene baktık öyle ahım şahım birşey yok gene de geleneği bozmayalım diyip Kavak Yellerine devam ettik. Sonra Behzat Ç. bizde müptelalık yaptı. O kadar doğal o kadar eğlenceli ve bir o kadar da vay anasını dedirttiren...

Yaz geldi o, bu , şu dizi tatile girdi. Kaldık mı öyle? yok canım, kalmayız biz. Evin efendisi tesadüfen Ezel adlı dizinin finaline denk gelince bizim de rotamız belli oldu. Ta en baştan başladık Ezel'i izlemeye.



Duma'nın eşsiz eseri Monte Kristo Kontu'nu neredeyse yirmi yıl önce okumuştum, pek çok da uyarlama izledim. Kimi tam olarak eserin filme uyarlaması iken, bazısı da esinlenme diyebileceğiniz izler taşıyordu. Orjinal eserin güzelliğini hiç birinde bulamadığımı söylemem lazım. İşte bu yüzden Ezel yayına başladığında, aynı ön yargıyla, seyretmeyi düşünmedim bile.


Şimdi, henüz ilk bölüm izlemişken, önyargının aslında ne kadar yanıltabileceğini farkediyorum. Her ne kadar esinlenme olsa da, hikaye en az dünya kadar yaşlı bir hikaye. İhanet, intikam, aşk ve nefret. Şimdi böyle söyleyince çok klişe geliyor, ama değil işte... Amerikayı yeniden keşfetmek değildir mesele, onu anlatabilmektir.


Gerek senaryo, gerek çekim, gerek oyuncular, sizi heyecanla koltuğa çakabiliyorsa, birileri bu bildik hikayeyi anlatmayı hakkıyla başarmış demektir. İşte ben bu hakkı bu yiğide veriyor ve Ezel macerama kaldığı yerden devam ediyorum.

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder